Golge is on a distinguished road
Post Sevgiliye Mektup - 4
Yağmurlu soğuk bir kış gecesinde titreyen, kanadı kırık bir güvercin aklına geldiğinde beni hatırla... Ama uçacağına dair umudunu yitirmemiş haliyle... Puslu bir şafakta, hani kurtların sevdiği dumanlı diyarlarda... Olmadık bir zamanda canlandır beni, çaresiz çırpınan güvercin gibi yürek yangınımı, gözlerimdeki yaşlı halimi ve umutlarımın en onulmaz çilesini getir gözlerine... Yanımda olmasan da bil ki bir kelebeğin kanatlarının güle değdiği yerde, en masum halinle sen hep hatırlanırsın. Ama sen uysal iklimlerde getir aklına beni...
İstanbul'da da kışlar soğuktur gece vakti, bilirim; karanlıktır, ıssızdır... Yetim ve öksüz bir çocuktur; ürkek bir bakış, umutsuz bir yürektir... Ağaç yapraklarında donmuş bir çiğ damlasıdır gece... Ayrılık ise, yaralı bir gazaldır gecede... Kanatır yarasını sevmeyi bilenlerin........
Bu gecelerde ben, çığlığı artan şehirlerin yüreğinde gezinirim. Acı, kanatırken benim de yaramı, insanlar uykularının en tatlı yerindedirler. Bütün kötülükler, suçlar, kalleşlikler hep sokaklarda kalmıştır. Sokakta kalan mı gerçek hayat, yoksa gece yarısı masum uykular mı? Anlayamam... Umutsuz ve çaresiz hüzünlenirim... Azar yaralarım.. Aynı film, ayrı karelerde ve aynı insanlarla bir kısır döngüdür yaşadığım...
Sen martıların titremediği iklimlerde hatırla beni... Bir sahil kasabasında, sahilde yürüyüşümü düşün yağmur altında... Bütün umutlar hayallerime teğet geçer. Bütün şarkılar bana söylenmiştir... Korku ve karanlık, yağmurla birlikte temizlenmiştir. Sen öyle hatırla beni... Sevda soluklarda ve sıcak merhabalarda, umudu soran kelimelerde ara beni... "Deniz Feneri" der ya şair, beni deniz fenerinin en parlağı olarak gör... Aşka dair umudunu yitirtme...
Hatırla ki ben büyük şehirlerin bütün ceremesini çekerken, mesela sıra beklerken bir körüklü belediye otobüsü için ve uyuklarken arka koltukların birinde elimde kitabımla, kalabalık bulvarların çamurlu arka sokaklarında yürürken bata çıka, kentin kirli havasını çekerken ciğerlerime, sensizliği yaşarken, korna seslerine ve kalabalık insanların kuru gürültüsüne katlanırken sen yoktun yanımda... Sen yoktun yanımda, sabahlara kadar seninle konuşurken, bakışırken resminle, sarhoş naraları ve çocukların ağlayışları dağlarken yüreğimi sen yoktun... Hatırla ki ne mutlu zamanlarımda yanımdaydın, ne de hüzünlerimi benimle paylaştın...
Bir akşamüstü gittin... Ardına bile bakmadan; bir cuma akşamüstü... Nasıl mı hatırlıyorum o günü? Sol elimin içinde kanatırcasına sıktığım ve avuçiçime haritasını çıkardığım, bir anahtarlığa dahi takmadan koşarak sana getirdiğim "Hadi şimdi seni nereye götürüyorum, bil bakalım!" diyeceğim günü nasıl hatırlamam?.. "Bu gülüşü çok iyi biliyorum" dediğin; acı acı gülümsememi şimdi anlayabiliyor musun sevgili?.. Gittin ve dönmedin bir daha... Biçare idamlık gibi hissettim kendimi... Yağlı ilmiği ne zaman bırakacağı belli olmayan, bir ölüm memuru gibiydin... Acımasız...
Gittiğin o gece vakti kuru kalabalıkta yapayalnız kaldım... Hüzünlerimle baş başa bıraktın beni... Gittin, yaralı sevdamla, kanayan sevdamla bir başıma bırakıp gittin...
Beni duyabilir misin?.. Çektiğim acıyı hissedebiliyor musun?.. Hani "İnsanların, hüzünlerden bihaber mantık abidesi yaklaşımları hep ağır gelmiştir bana" diyordun, yoksa unuttun mu?.. Hüzünlerimin çığlığı ömrüme işliyor her gün... Duyabiliyor musun?
Anlıyor musun?......